2 Mayıs 2010

Ankara'dan Gitmek: AŞTİ

Ankara’nın sonbahar yaprakları çok sarıdır.
Ama bilmez onlar.
Nereden bilecekler...
Deniz uzaktır ve bir gri yaftasıdır gider nedense.
Şimdi yavaş yavaş konuşmaya başlayan çocuk
Benim yanımda doğmuştu.
Bak gör beş- altı yıl sonra bu sarışınlığından eser kalmayacak.
Ama bilmez onlar.
Nereden bilecekler...


Pencere kenarı, mümkünse önlerden bir koltuk isteği… Yan yana oturan üç adamdan biri, bir kaç saat sonra gideceğiniz şehrin adını mühürlüyor eskimiş, yorgun elleriyle bilete. Sahi; yazıhanelerdeki adamlar yıllardır oradalarmış gibi gelir bana. Sanki arkadaki kapıları boşuna yapmışlar, giden insanların doldurduğu bir mekânın kronik kalanlarıdır onlar. Eskimiş, küflenmiş, zaman makinesine girmiş ama nerede duracağını kestirememiş.

Ankara'nın çok sesli yalnızlığı… Hep acı veren, hep acıyan dış kapısı. Gidenlere sallanan mendillerin rüzgârı dağıtır saçları. Gidenlere ağlanır. Gidenler kalanlara ağlamaz. Onlar da gittikleri için ağlar. Hangi mevsim olursa olsun sonbahardır otogarda. Son baharıdır beraber geçirilen zamanın artık. Dönmemek varsa eğer, gitmemek en iyisidir ama kimse bir daha dönmeyeceğini bildiği için iptal etmez biletini. Gitmek zorundadır birileri hep. Hareket eder otobüsler, gel gel yapar muavinler, sonra karanlık olur, sonra Ankara’nın ışıkları.

Simsarlara bıraksam kendimi kim bilir nereye gönderecekler. Her biri başka bir şehre yakıştırıyor beni. Hiç “kalsana abim nereye gidiyorsun” diyen yok. “Yapamazsın sen başka şehirde, bak üzgün gibisin zaten, siktir et gitme” diyen. Sırtımda çantam hükümet sigarama yasak koymuş -ki kahrolsun AKP ama sade ben deyince kahrolmuyor işte- , dışarıda peronlardayım mecburen. Taşıyıcılar ekmek derdinde, genç annelerin kucağında annelerden çok daha genç çocuklar. Ağlayanlar, ağlamayı abartıp artık ağlayamayanlar. Çuvalların içinde malzemeler, çoğunlukla şeklinden ne olduğu anlaşılamayan garip, otobüs parazitleri… Ankara'nın kanayan yanı, boşaltıyor otogarından Ankara mütemadiyen pis kanı.

Otogar hüzünleri, lastik izlerine karışmış ilişki izleri. Bir vedayı çok görmüş, az duymuş, hiç hissetmemiş kalabalıklar şehrin mütenevvi yerlerinde senden habersiz. Son kez aramak için telefonu ele alıp vazgeçen insanlar görürsün. Bakışları sabit; “gelse de şu otobüs bitse ızdırabım” diyen insanlar. Gitmek istemek yetmiyor gidebilmek için. Hatta gitmek bile yetmiyor bazen... Ankara anlaşılmaz, Ütopik bir deniz feneri gibidir o şehir. Uzağında olan görmeye çalışır göremez, yanı başında olan sallamaz. Sırf bu yüzden ne kadar uzağındaysa o kadar güzeldir Ankara. Sırf bu yüzden ne kadar gidersen o kadar kalırsın.

Bulunduğu perondan geri geri çıkarken içinde bulunduğun otobüs, kuşuna, ağacına, binalarına, kafelerde çalan müziklere, Sakarya caddesinde içilen biralara, bozuk yollara, bankına, kaldırımına, minibüs duraklarına, kavşaklara, yağmura, kara, erkeğine, kadınına, tutulmayan sözlere, edilmeyen yeminlere, az önce aşağıdayken döktüğün gözyaşına, otobüse binmeden içtiğin sigaranın dumanına, için için kıskançlık duyarsın. Çünkü sen gitmektesindir, fakat onlar yarın da Ankara’da.


'05 izmir

Hiç yorum yok: