11 Ekim 2010

Kökler ve Okyanus 2) Selurt'la Tanışma

-Belki de mutluluk diye bir şey yoktur. Mutluluk delicesine bir “üzütülü olmama” durumudur belki yalnızca. Belki kışın rüzgar her defasında estiğinde, iliklerime kadar işleyen bu soğuk, sadece ve sadece delicesine bir “sıcak olmama” durumudur. Felsefe ve retoriğe ilgi duymak bile can sıkıcı artık sanki. Eskiden uzun cümleler kurduğunda özne ve yüklemin birbiriyle uyumlu olması bile etkilerdi insanları. Şimdi tüm sorular dürtüklemelerden ve tüm cevaplar kıkırdamalardan ibaret. Şu gerzeklere bakın, ormanın sahibi sanıyorlar kendilerini ve az önce o salak bisiklet geçtiğinde nasıl da heyecanlandılar diye dert yandı Selurt üstündeki karıncalara.

Karıncaların pek umrunda değildi açıkçası. Onlar gitmeleri gereken yere (ki sanırım neden gitmeleri gerektiğini bile bilmiyorlardı) bir an önce varmak dışında hiçbir yaşama gerekçeleri yokmuş gibi koşuşturan şeylerdi. Uzaktan bakıldığından küçük ve önemsiz gibi duran varlıklar aslında yakından baktığınızda da aynı şekilde küçük ve önemsizlerdi. Ama severdi selurt karıncaları. Karıncalar da onu. Sadece dinlemezlerdi işte. Hani eskiden köyünde yaşanan büyük bir kavgayı anlatan büyükbabanızı derin bir saygıyla dinlemezsiniz ya, işte öyle dinlemezlerdi.

-Kader kavramını her defasında yeniden sorgulamak zorunda kalıyorum dedi Selurt. Mesela şu iki salak ardıç. Oxa ve Bian. Onların yolun kenarında olup benim yola bu kadar uzak olmam kader mi? Doğan güneşi ilk onların görmesi, arabaların hep onların yanında geçmesi kader mi? Benim burada yetişmem bir rastlantı tamam, ve o yolun orada kurulması da öyle, aynı zaman da güney cephesine bakan kısmın benim açıma kapalı olması da. Belki de hayatımızdaki tüm kötü küçük tesadüfleri alıyoruz ve hepsini birleştirip kader diyoruz. Kadere bu yüzden inanmıyorum işte. Çünkü doğası gereği nötr bir duyguyu taşıması gereken bir kelime, dilimizde negatif anlamlı. Hiç mutlu bir insanı gördüğünüzde kader işte der misiniz, küçük karıncalar? Ama babası ölmüş ve ağlayan bir adamı gördüğünüzde dersiniz. Kader sözcüğü tüm hayatımız boyunca karşımıza çıkan küçük ve kötü tesadüflere bizim taktığımız berbat bir lakap aslında.

Hayır, gerçekten karıncaların umrunda değildi. Onların belli ki tüm hayatı küçük ve kötü tesadüflerden oluşmuştu. Yani kısaca bir başkasının kader dediğine onlar hayat diyordu ve başka bir yolları da yoktu belli ki. Zaten babası ölmüş ve ağlayan bir adam gördüklerinde, psikanalitik bir kader yaklaşımından çok, adamın ayağının altındaki yiyecek kırıntılarına bakmak gibi pragmatist bir yaşam görüşü olan varlıklardı. Bu Selurt’u rahatsız etmiyordu, biliyordu ki eğer ayağınızın altındaki çöpleri küçükken birileri toplamazsa, siz bir gün hiç fark etmeden onlara takılıp düşünceye kadar büyürler.

-Biliyorum dedi. Kış yaklaşıyor. Bunu acelenizin artmasından anlıyorum. Daha çok koşuyorsunuz ve hava soğudukça daha çok... Kış güzeldir dedi. Tamam yaprak dökmek zorunda kalacağım ve bu beni biraz çıplak hissettirecek ama çıplakken de içimdekileri saklayabilecek boşluklarım var biliyorsunuz değil mi, dedi ve gülümsedi Selurt.

Bir on metre ilerde Oxa ve Bian’ın ona bakarak kıkırdadıklarını gördü. Bu durumdan rahatsız oldu ve bir süre karıncalarla konuşmamaya karar verdi. Tam bu sırada. Yanındaki koca çınar döndü selurt’a ve kalın ve tok sesiyle fısıldadı.

-Hey, Selurt dostum. Az önce geçen bisikleti gördün mü?
Selurt inledi: sen bari yapma Kladon…

Hiç yorum yok: