28 Ekim 2010

Kökler ve Okyanus 3) Mutluluk

Ilık rüzgar yaprakları okşayarak yoluna devam ederken, sonbaharın bu son günlerinde beklenmedik bir şey vardı havada. Mutluluk. Hava güneşliydi, küçük bulutlar topak topak gökyüzünde, hayalperest bir çocuğun kendilerini bir kuzuya ya da bir kaplumbağaya benzetmesini bekliyorlardı. Kuş cıvıltıları havaya ayrı bir ahenk katıyordu. Birkaç güne güneye göç etmeye başlayacaklardı ve tüm hünerlerini son defa bu topraklara sergileyip, sonraki ilkbahara kadar kendilerini olabildiğince özletmeye çalışıyorlardı. Mavi bi kuş, geldi kondu Bian’ın dallarından birine. Kendini temizledi. Mükemmel bir şarkı söylemeye başladı. Sanırım okyanuslar ve küçük bir istiridyeyle alakalı. Birden tüm kuşlar sanki dikkat kesilip onu dinlemeye koyuldu. Esen hafif rüzgar mavi kuşun tüylerinden geçerken hafiften dağıtıyor, bu da zaten güzel olan sahneyi çok daha çekici yapıyordu. Bian mutluluktan birkaç yaprak döktü. Sonra hep birlikte bu yaprakların yavaş yavaş yere düşüşünü izlediler. Bir seramoni gibi. Tıpkı çok aşık olduğu ama bir türlü açılamadığı genç kız sokakta yürürken, apartmanın 4. katından fark edilmeyeceğinden emin bir şekilde onu izleyen genç bir erkek gibi. Yapraklar durumdan memnun, biraz da gösterilerini ağırdan alarak bitirdiler. Şayet ağaçların elleri olsaydı, mavi kuşun şarkısından sonra gelen bu sahneyi çılgınca alkışlayarak onurlandırırlardı. Bugün selurt bile gayet mutlu görünüyordu. Üst dallarından birinde muhabbete dalmış iki kuşu dinliyordu. Kuşlardan biri diğerine nick cave’in leonard cohen’den çok daha iyi bir şair olduğunu iddia ediyor, ve kanıtlarını uzun uzun anlatıyordu. Tabii ki bu bir saçmalıktı. Ama selurt yine de mutluydu çünkü müziği severdi. Müzik hakkında konuşan kuşlarıysa daha çok severdi. Güneş yavaş yavaş ısıtırken sert vücutlarını, tüm ağaçlar bir ağızdan nefes alıp veriyordu. Yeşil ve sarının tüm tonlarının yeraldığı bu gösteriden sıkılmanın imkanı yoktu ki. Şimdi de, bir kırlangıç başladı şarkı söylemeye ve bu sefer tüm orman onu ve arkadaşlarını dinlemeye koyuldu. Huzur dolu geçen iki dakika sonunda hızla bir araba geldi ve parketti hemen ormanın kenarında. “çık lan dışarı” dedi bir erkek sesi. Ağzına bir şey tıkıldığı için böğürmekten başka hiçbir şey yapamayan kadını dışarı attı arabadan. Ardından kendi de çıktı ve saçlarından ormanın içine doğru sürükledi. Tüm kuşlar sustu ve tüm ağaçlar gözlerini kapattı. “amına koduğumun orospusu” dedi adam. Kadının kafasını ağaçlardan birine vurdu. Kadının burnu kırılırken çıkarttığı ses doldurdu tüm ormanı. “bekle lan burada” dedi. Tam dönüp gidecekken, kaçmasından mı korktu bilinmez geri döndü ve kadının bacağını tüm kuvvetiyle 4-5 defa tekmeledi. Bacak hiç fizyolojik olarak olması gerektiği gibi görünmüyordu artık. Zaten zayıf olan kadın ağlamaktan ve bağırmaktan bitap düşmüş, tüm gücünü nefes alıp vermeye harcıyordu artık. Korku dolu gözlerle adam arabaya doğru giderken onu izledi. Hayır kaçamayacaktı, hem de sırf bacağı iki yerinden kırık olduğu için değil, kaçmaya mecali kalmadığı için kaçamayacaktı. Ağlamaya çalıştı ama beceremedi. Bir şeyler mırıldanmaya çalıştı ama saçma bir ses yığını çıktı çünkü ağzında hala şu bez parçası vardı. Adam elinde bir baltayla geldi ve ilk savurduğu anda kadının suratını sol kulağının altından sağ gözünün ortasına kadar yarmıştı bile. Kan delice fışkırmaya başladı ve kadının suratı şu anda küçük kırmızı bir su birikintisinden başka bir şeye benzemiyordu. Sonra bir kez daha savurdu, bu sefer sol kolunu omzundan ayırmak için, ancak tam ayıramamış hala koltukaltından bi parça kas yığını kolunu tutuyordu. Bu sefer tam boynundan isabet ettirdi ve kadının kafası vücudundan bi 10 santim uzağa fırladı. Miniminnacık kadında ne kadar çok kan vardı. Tekrar küfretti adam. Sonra baltayla kollarını ve bacaklarını kesti. Kadından geriye kalan küçük parçalar için fazla endişelenmedi. Sadece büyük parçaları alıp bi torbanın içine koydu ve bir çukur kazdı. Torbayı toprağın içine fırlattı. Dikkatsizce deliği kapattı ve koşarak arabasına gitti. Bir-iki dakika içinde arabayı çalıştırdı ve geldiği yöne doğru uzaklaşıp gözden kayboldu. Ağaçlar gözlerini hiç açmadı. Kuşlar hiç cıvıldamadı. Ilık ve narin rüzgar yaprakları okşarken ağaçlar arasında bir şok kasırgası vardı. Anlamsız bir fısıltı duyuldu. Kış gelmişti.

Hiç yorum yok: